DJ MURAT- MESKEN
Pusat Fan Club
Haluk Piyes Biyografi
Bu adama dikkat!
Türkiye'nin değil de Almanya'nın 'ünlü'sü bir aktörle karşı karşıyayım: Haluk Piyes, ya da Almanya'daki adıyla Luk Piyes... Şu anda Türkiye'de Sahte Prenses adlı bir dizide oynuyor ve kışın çekeceği kendi filmi için harıl harıl çalışıyor. Dizisi ve çekeceği filmin mekanı, İstanbul'un tarihi semtlerinden biri olan Zeyrek'te. Biz de fotoğraf çekimimiz için Zeyrekhane'de buluştuk. Molla Zeyrek Camii'ni gezdik, onun duvarlarını da fon olarak seçtik. Sokakta oynayan çocukların hepsi onu tanıdılar. Bizi çekimde hiç yalnız bırakmadılar.
Biz de sohbetimize Haluk Piyes'in çocukluğuyla başladık. Nasıl bir çocukluktu sizinkisi? dediğimde "Boynumuzda anahtarları olan çocuklardık. Ailemiz sokaklardı" deyiverdi. Etkilendim... "Annemle büyüdüm. Annem klasik bir gurbetçi temizlikçi kadın. İki ablam var. Annem, bize bakabilmek için pek fazla bizimle olamadı. Bir ablam güney Almanya'ya okumaya gitti, diğeri 18 yaşında evlendi. O yüzden boynumda anahtarlı çocuktum. Boynumuzda anahtar, bir litre süt, birkaç yumurtayla gün geçiyordu. 5-6 yaşlarında hayatım böyleydi." Baba neredeydi, diye sorduğumda "O bizi terk etmişti. Sonradan tanıştık" cevabını veriyor, hemen çocukluk günlerine geri dönüyor: "Aile, en çok görüştüğünüz insanlardır. Sokakta, okula beraber gittiğim çocuklardı benim ailem. Benim normalim buydu. Çünkü mahallede yaşayanların çoğu Türk işçi çocuklarıydı ve hepsinde bir sorun vardı. Gettomsu bir durum vardı. Çünkü çok entegre olamamıştı aileler Almanya ile. Bu büyük bir sorun" dedikten sonra hiç unutmadığı okula başladığı günü anlatıyor: "6 yaşında bulduğum bir okul çantasıyla otobüs şoförüne okul nerede diye sordum. Buldum okulu. Başladım okumaya, ama böyle bir ortamda tepkili ve çelişkili büyüyorsunuz. Ben de konuşmadım okulda. Çünkü haksızlığa uğradığımı hissettim. O günden beri de haksızlığa hiç gelemem; en büyük problemim o. Montessori yöntemiyle karma sınıflarda eğitim alıyorduk. Sınıf öğretmenimiz yanlış bir şey söyledi: 'Siz Türksünüz ya, zaten dezavantajlısınız, biz sizin eksikliklerinize göz yumacağız.' Buna karşılık cevabını bildiğim sorulara bile cevap vermedim. Beni engelliler sınıfına koymaya karar verdiler! O sırada şu anda ünlülerin psikoloğu olan İpek Tlabar Hanım Almanya'ya gelmiş ancak psikolog olarak ruhsat alamamış, ona Türkçe öğretmenlik teklif etmişler. Benim gibi çocuklar için 'Onlar özürlü değildir... Konuşacaklardır!' diyerek bizimle çalışmaya başladı. O yüzden Türkçem fena değildir. " diye açıklıyor.
Doğma büyüme Köln'lü
Okuldan sonra döndüğü mahallesinde sert bir dil ve farklı kurallarla karşılaşmış Piyes. "Evin dışı Almanya, farklı kültür, dil, bir baskı var. Orada doğsanız da kimse size pasaport vermiyor, benimsemek çok zor. Ama okullarda, devlet dairelerinde herkes sizden orayı benimsemenizi, hiç Türkçe konuşmamanızı bekliyor. Orada doğmakla bir suç işlemediniz oysa! Ne Türkiye ne Almanya tarafından bir yardım görmüyorsunuz. Kendi kimliğinizi arıyorsunuz. Kimliğiniz o şehir ya da mahalle oluyor. Ben doğma büyüme Köln'lüyüm. Oranın taşını toprağını bilirim. Senede bir kez Türkiye'ye, annemin memleketi Çukurova'ya Tarsus'un bir köyüne geliriz. Acar Türkmenleri'ndeniz. Böyle bir Türkiye kokusu vardı hep burnumda. Annem köyden gelmesine rağmen resim yapar, sanat müziği dinler, söyler ve dini açıdan da çok açık fikirlidir"diyor.
Okul yıllarında Katolik derslerine giriyormuş Piyes. Sonra İpek Hanım'la din dersi başlamış. Kürklü kıyafetleri, uzun tırnaklarıyla Kelime-i Şehadet getirmiş, şaşırmışlar. "Almanya'daki Türkler daha tutucular, tesettürlüler. Modern Müslüman bir Türk kadın görünce mutlu olduk. Bakeloryamı Yahudi bir okulda bitirdim. O da sonra Amerika'da işime yaradı. Bu eğitimler beni kötü yoldan uzak tuttu" diyerek memnuniyetini dile getiriyor. Kötü yolla ne demek istediğini anlamaya çalışıyorum, "Alkol, uyuşturucu" diyor. "Sadece bir ara çetebaşı oldum. Başım çok belaya girmeye başlayınca anneyi üzmemem lazım dedim. O aralar boks şampiyonu da olmuştum. Ama hiç kötüye kullanmadım."
Aşırı bir kontrol mekanizması ve mükemmellik fark ediliyor Haluk Piyes'in hayatında. Hiç mi hata yapmaz bu adam, dedirtecek kadar! Kendisi de bu tespitimi kabul ediyor. "Çok fazla kontrollüydüm. Dağıtayım istedim, ama olmadı. Hala da dağıtabilmiş değilim" diyor gülerek.
Hukuk eğitimli aktör
Üniversitede hukuk okumaya başlamış. Ancak eğitimi sırasında hocalarının getirdiği suçlu örnekler hep 'hırsız Türkler' olunca bundan da rahatsız olmuş. Bir de gönlünde yatanın avukatlık olmadığını fark etmiş. "Zaten adalet değil, hukuk okunuyor. Ayrıca hepsi benden daha da iyi oyuncu" diyor Haluk Piyes! Okul hayatı boyunca arada sırada tiyatroda oynamış. Fuarlarda sunuculuk yapmış. Çalıştığı yerlerden biri, ona destek olarak hayalini gerçekleştirmiş ve Amerika'da oyunculuk eğitimi almasını sağlamış. "Filmlere bayılırım. Fransız, İtalyan, Amerikan sinemasını izlerim. Daha çok 30'lar, 40'lar, 50'leri severim. Charlie Chaplin'le başladı bu hastalık. Şirkettekiler isteğimi gerçekleştirmeme yardım ettiler. 3 sene boyunca Amerika'daki eğitimimi karşıladılar" diye anlatıyor o günleri. Ve 1991'de Amerika'ya ayak basıyor: "Şok! İlk hatırladığım, şoka uğradığım. Elimde bir kredi kartıyla kaldım Los Angeles'ta. Sunset Bulvar'ı bir yandan güzel, 50'ler, James Dean, Kim Novak gözümün önünden geçiyor! Shake içip burger yiyorsunuz, ama büyük bi hata yaparak West Hollywood'da kaldım. Çünkü orada benim tercihim olmayan bir kitle yaşıyor, tamamen gay bir kitle! 2 hafta sonra başka bir yere taşındım" diyor gülerek...
American Film Institute'da senaryo ve yönetmenlik okumuş. Amacı, mesajlı filmler çekmekmiş. Çünkü bunun en büyük silah olduğunu düşünüyor. Aslında bugüne kadar yaptığı her işte bunun peşinde. Önce kalem, hukuk, şimdi film, diyor. "Oyunculuğu yönetmek için oyunculuk bilmeliydim. New York'a Actors Studio School'a gittim. Bazı hocalar çok hoşuma gitti ama bazıları çok tutucuydu, konservatuarda da öyledir. Ben bu tavra gelemiyorum. Çünkü her insan bir enstrümandır ve herkesin kendine özgü bir tınısı vardır. Onu kırmak saçmadır. 3-4 ay kalıp tecrübe edindim, tiyatroda oynadım. Film için başka teknik açılar gerekli. Bunları öğrenmem şarttı. M.K Louise'e gittim. O da Robert de Niro'nun koçudur. Teknik boyutunu ondan öğrendim. Duygusal boyutunuysa ödüllü Ray Allen'dan öğrendim. Bunlardan sonra birkaç kısa filmim oldu. Senaryolar yazmaya başladım. Bir tanesini sattım. Sonra Almanya'ya film çekmek üzere döndüm, çünkü senaryolarım vardı. Ama oyuncu olarak teklif geldi."
Kanak Attack ile ünlü oldu
İlk rolü, Buket Alakuş'un kısa metrajlı bir filmindeymiş. Sonra birkaç TV filminde oynamış. İlk uzun metrajlı ve ün getiren filmiyse, 2000 yılında gösterime giren Kanak Attack. Bu rolle deyim yerindeyse 'patlamış' Almanya'da. "Takdiri ilahi midir nedir, bilinmez, ama sokakta yaşadığımız bütün sorunları dile getiren bir film oldu" diyor genç oyuncu. Sinemalarda gösterimi yasaklanan filmin DVD'leri yok satmış, bir kült film halini almış.
"Kanak, Karayip Adaları'nda insan anlamına geliyor. Almanca'daysa kötü, yabancı anlamına geliyor. Nigger gibi bir küfür aslında. Kendi aramızda kullanırız, ama bize karşı kullanılmasını istemeyiz. Bu kanak size attack edecek anlamına gelen bir film bu. Filme para bulunup çekilebilmesinin nedeni, yönetmenin Alman olması."
Deli bir Alman olmalı bu yönetmen diyorum! "Evet, delidir" diyor Haluk Piyes. "Şu anki durum için saatli bomba diyebilirim. Fransa'daki getto olaylarını gören Almanlar bunu engellemeye çalışıyor, ama başarılı oldukları söylenemez. Okullarda yaşanan şiddet ortada. Okullar kapanıyor, öğretmenler atılıyor Berlin'de. Bu iktidarda olan hükümet, 60'larda Türkler'i davet etti, şimdiyse sorunu onlarda görüyor. Bu çok ayıp. Kullanılıyor Türkler. Sosyal ve ekonomik problemleri böylece kamufle etmeye çalışıyorlar. Bu, dünyanın her yerinde yaşanan bir durum. Ama bazı insanların da bir şeyler söylemesi gerekli. O yüzden Kanak Attack benim için büyük şanstı." Bu rolden sonra 'asi çocuk' damgasını yiyen Haluk Piyes, pek çok faydasını gördüğünü ekliyor.
Neden Türkiye'de?
"Türkiye'nin Alman sinemasından çok daha güzel fotoğrafı var, çok daha güzel kulisler var. Her zaman Türkiye'de film çekmek istemiştim. Tahtaya çok yakınken yazıyı okuyamazsınız ya, uzaktan bir bakışla çok daha güzel anlatabileceğimi düşündüm insanlarımızı. Çünkü hikayeler evrensel" diyen Haluk Piyes'in Türkiye'deki ilk filmi Barış Pirhasan'ın "O Da Beni Seviyor".
Almanya'ya döndüğümnde istediği filmler teklif edilmemiş. Yüzlerce, döner dükkanında oturan, kız kardeşiyle sorun yaşayan Türk rolleri teklif edilmiş. Ama kabul etmemiş. Bu da mali bir zorluk yaşatmış Piyes'e.
Ünlü bir kişinin her zaman lüks hayat yaşadığı sanılır. Haluk Piyes de pek çok oyuncu gibi bundan nasibini almış. "Zor bir durum, çünkü insanlar sizi ünlü olarak algılamaya başladıktan sonra barlarda takılan, çok para harcayan gözüyle bakıyor. Bende hiç öyle bir durum olmaz. Ama yaşamak zorundasınız. O zaman bir yerde çalışıyorsunuz, arkadaşlarınız tuhaf bakıyor. Neyse ki bir zaman sonra Rusya ve Amerika'dan istediğim gibi sanatsal film teklifleri aldım. Onları çektim. Ardından Türkiye'den teklifler aldım."
Sanatsal filmlerden para kazanılıyor mu acaba diye merak ediyorum. "Burada değil, ama Avrupa'da, Amerika'da kazanabiliyorsunuz. Har vurup harman savurmazsanız 1 yıl idare edecek kadar kazanırsınız. Benim her zaman yapabileceğim başka şeyler vardır. Hiç olmadı pazarda çalışırım! Ego, sanatçı için büyük bir zehir. İyi ki de pek çok işte çalışmışım, çünkü çok fazla ortama girip çıkarak çok insan tanıdım. Hastanede AIDS'li insanlara yemek verdim. Kimse o işi yapmak istemediği için çok para kazandım. Her şeye senaryo gözüyle bakmasam da insan olarak doldum, bu işime de yansıdı." diyor.
Türkiye'de kısa bir süre 'Eylül' adlı dizide genç bir emniyet müdürünü oynadı Haluk Piyes... Bu kısa sürede bile epey tanınmış Türk halkı tarafından. Türkiye'ye giriş çıkışlarında "amirim" diye karşılanmış! "Televizyon ve dizi piyasasını hiç bilmeyen bir insan olarak, prodüktör, reyting, yazar, kadro ve kimin çektiğinin önemli olduğunu sonradan öğrendim. Artan reytinge rağmen yayından kaydırılan bir dizide oynadım yani! Hiç anlamadım. Sonrasında 13-14 dizi teklifi daha aldım. Ama Sahte Prenses'i kabul ettim." diyor.
Bu arada Almanya-Türkiye arasında mekik dokumuş Haluk Piyes. Türkiye'de çekmek istediği bir proje için Almanya'da kısa filmler hazırlamış. Kendi filmine bulması gereken sponsorlarla bağlantı kurabilmek için Türkiye'de dizi çekmeye karar vermiş. Yani son derece açıksözlü!
Yönetmen olacak prens!
Şimdilerde 'Maid in Manhattan' filminden uyarlanan Sahte Prenses dizisinde oynamaktan pek memnun. "İyi ol, dürüst ol, paranın önemi yok gibi mesajlar veriyoruz. Canlandırdığım Kerem karakteri, zenginlik olarak bana zıt olsa da duygu olarak çocuğun arayışı bana çok yakın. O yüzden çok mutluyum. Arkasında durduğum bir projeyle televizyonda olmak çok güzel. Ardından da inşallah filmimizle çıkacağız. Bütçeyi toparlayıp bu kış çekmeyi düşünüyorum." diyor. Yani o, yönetmen olacak bir prens şu an! Çekeceği filmle ilgili daha fazla ayrıntı istiyorum. "Evrensel bir hikaye. Babam ve Oğlum'un bittiği yerden devam eden bir hikaye. Bir ana-oğul hikayesi. Biraz Rocco ve Kardeşleri gibi, varoştan çıkmaya çalışan bir aileyi anlatıyor. Amerikan rüyasına kapılmışlar, ama olumlu bir rüyaya dönüşüyor sonra. Senaryo benim. Oynayıp yöneteceğim." diyor heyecanla.
Film piyasasını kavramak için İstanbul'da Cihangir'de oturuyor. Cihangir için 'açık cezaevi' diyor gülümseyerek. "Çok hoş, herkesle irtibata girebiliyorsunuz. Kaliforniyamsı bir durum var, ama iyi şimdilik. Ne kadar kalırım bilmiyorum. Annem İstanbul'a yerleşmeyi çok istiyor. Bir ayağımız hep burada olacak artık" diyor.
Niyeti iyi bir adam!
Hayatını dinlediğinizde bir 'iyi adam' portresi çıkıyor Haluk Piyes'in. Buna inanmalı mıyız? 'Belki de o kadar iyi değilimdir' diyor gülerek. "Etrafımda çok şiddet vardı, öyle bir ortamda büyüdüm. Haksızlık etmemeye çalıştık, ama belki arada birkaç yumruk fazla sallamış olabilirim! Ama kötü olmamaya gayret ederim. Sonuçta niyetimiz iyi!" diyor.
Geçen sezon yaşanan Timuçin Esen fenomenini hatırlatıyorum. Kendisine kızların ilgisinin nasıl olduğunu soruyorum. Gülüyor. "Türkiye'de çok çabuk tanıyorlar. Şaşırıyorum. Beğenilmek kimin hoşuna gitmez ki!" şeklinde politik bir yorum yapıyor. Ve hemen ardından kız arkadaşı olup olmadığını soruveriyorum. "Bir prensesim var" şeklinde naif bir cevap veriyor. Sonra tuhaf, ama hoş bir diyalog geçiyor aramızda:
- Nerede?
"İstanbul'da, ama ben kalbimde her yere götürüyorum. Her yerde olacak inşallah. Düşündürdünüz beni yani!" diyor.
- Yeni mi başladı ilişkiniz?
"Her gün yeni oluyor!"
Kısa bir sessizlikten sonra şöyle konuşuyor: "Yeni değil. Sevdiğim bir insan var. Umuyorum ki hep olsun. Lay lay lom ilişkileri sevmiyorum" diyor. Oyuncu mu dediğimde ise "Değil. Oyunculuk çok zor bir meslek. İki oyuncu bir arada ilişki daha da zor olabilir. O, ticaret okudu. Şirin şirin yaşıyoruz işte. Bu konuda konuşmayı sevmiyorum. Kendisi de tanınmayı istemiyor. Farklı bir camia burası. İyi niyetimiz, bizim fanusumuzu yaratacaktır zaten" diyor.